Abstract
1965 yılının Aralık ayının sonuna doğru, Ankara’da birkaç gün önce taşındığımız Binektaşı Sokağındaki evimizde Kars’tan henüz gelmiş iki kardeş olarak 15 numaralı binanın önünde durup top oynayan çocuklara bakıyorduk. Henüz sekiz yaşıma yeni girmiştir ama hiç öyle kente yeni gelmiş birisi gibi hissetmiyordum kendimi. Tersine erken büyümüş bir çocuk olarak herkesi alt edecek bir iddia vardı içimde. Çocuklarsa kurşuni bir gök altında, yüzen linyit dumanları içinde bir topun peşinde koşturuyordu.