Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Yayın Üniversite öğrencilerinin öz-şefkatleri ve bozulmuş yeme davranışları arasındaki ilişkide öz-eleştirel ruminasyonun aracı rolü(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-06-25) Zomp, Duygu; Akçinar Yayla, Berna; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programı; Işık University, School of Graduate Studies, Master’s Program in Clinical PsychologyBu çalışmada beliren yetişkinlik dönemindeki üniversite öğrencilerinin öz-şefkatleri, öz-eleştirel ruminasyonları ve bozulmuş yeme davranışları arasındaki ilişkiler incelenmiş olup öz-eleştirel ruminasyonun öz-şefkat ile bozulmuş yeme davranışları arasındaki aracı rolü de değerlendirilmiştir. Araştırmanın örneklemi, 18-25 yaş arası 46 farklı şehirde yaşayan, 95 farklı bölümde aktif öğrenim hayatı devam eden 498 üniversite öğrencisinden oluşmaktadır. Katılımcılara sırayla Bilgilendirilmiş Onam Formu, Sosyodemografik Bilgi Formu, Yeme Bozukluğu Değerlendirme Ölçeği, Öz-Eleştirel Ruminasyon Ölçeği, Öz-Duyarlık Ölçeği uygulanmıştır. Kadınların yeme bozukluğu ve öz-eleştirel ruminasyon puanlarının erkeklerden istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek olduğu saptanmıştır. Kilolarından memnun olmayan katılımcıların yeme bozukluğu ve öz-eleştirel ruminasyon puanlarının, kilolarından memnun olan katılımcılara göre daha yüksek, öz-şefkat puanlarının ise anlamlı derecede daha düşük olduğu bulunmuştur. Ayrıca, kronik rahatsızlığı olan katılımcıların yeme bozukluğu ve öz-eleştirel ruminasyon puanlarının, rahatsızlığı olmayanlara kıyasla daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Kilo alma/verme amacı güzel/fit görünmek olan bireylerin yeme bozukluğu ve özeleştirel ruminasyon puanlarının kilo alma/verme amacı sağlıklı yaşamak olan gruptaki bireylerden istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek olduğu, öz-şefkat puanlarının ise düşük olduğu görülmüştür. Tek yönlü varyans analizi sonuçlarına göre, beden kitle indeksi (BKİ) gruplarına (zayıf, normal kilolu, fazla kilolu, obez) göre yeme bozukluğu puanları anlamlı şekilde farklılık göstermiştir. Zayıf bireylerin yeme bozukluğu puanlarının istatistiksel olarak anlamlı şekilde diğer gruplara kıyasla düşük olduğu, obez bireylerin ise istatistiksel olarak anlamlı şekilde diğer gruplara kıyasla yeme bozukluğu puanlarının yüksek olduğu bulgulanmıştır. Araştırma bulgularına göre, öz-şefkatin bozulmuş yeme davranışları ve öz-eleştirel ruminasyonu anlamlı şekilde negatif yönde, özeleştirel ruminasyonun ise bozulmuş yeme davranışlarını pozitif yönde yordadığı görülmüştür. Hiyerarşik çoklu regresyon analizi sonuçlarına göre, özeleştirel ruminasyonun, kontrol değişkenleri (kilo memnuniyeti, yeme bozukluğu dışında psikiyatrik tanı, kronik rahatsızlık, cinsiyet) ve öz-şefkat değişkeninin ötesinde, yeme davranışında bozulma üzerinde anlamlı bir yordayıcı olduğu bulunmuştur. Ayrıca, basit bir aracılık modeli incelenmiş ve öz-şefkat ile bozulmuş yeme davranışları arasındaki ilişkide öz-eleştirel ruminasyonun aracılık rolü olduğu tespit edilmiştir. Çalışma sonucunda elde edilen bulgular literatürle karşılaştırılarak tartışılmış ve çalışmanın alana sağladığı katkılar ile sınırlılıkları ele alınmıştır.Yayın Üniversite öğrencilerinde algılanan ebeveynlik tutumları ve psikolojik belirtiler arasındaki ilişkide öz-şefkatin aracı rolü(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-06-25) Sürücü Kulak, Ayşe; Akçinar Yayla, Berna; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programı; Işık University, School of Graduate Studies, Master’s Program in Clinical PsychologyBu çalışmanın amacı üniversite öğrencilerinin algılanan ebeveyn tutumları ve psikolojik belirtiler arasındaki ilişkide öz-şefkatin aracı etkisini incelemektir. Algılanan ebeveyn tutumları, anne duygusal sıcaklık, baba duygusal sıcaklık, anne reddedicilik, baba reddedicilik, anne aşırı koruyuculuk ve baba aşırı koruyuculuk alt ölçeklerini içermektedir Araştırmaya 137 kadın 54 erkek olmak üzere toplamda 191 üniversite öğrencisi katılmıştır. Araştırma değişkenlerini ölçmek amacıyla kullanılan ölçekleri sırasıyla Demografik Bilgi Formu, Kısaltılmış Algılanan Ebeveyn Tutumları-Çocuk Formu, Öz-duyarlık Ölçeği ve Kısa Semptom Envanteri oluşturmaktadır. Araştırma verileri çevrimiçi ortamda toplanmıştır. Verilerin analizi IBM SPSS Statistics 27 programında yapılmıştır. Araştırma sonuçlarını görmek amacıyla Pearson korelasyon analizi, güvenirlik analizi, Tek Yönlü ANOVA, Bağımsız Gruplar T-Testi, Hiyerarşik Regresyon ve PROCESS ile Aracılık Etkisi analizi yapılmıştır. Elde edilen bulgulara göre cinsiyetin algılanan ebeveynlik tutumlarında, öz-şefkain bazı alt ölçeklerinde ve psikolojik belirtilerin bazı alt ölçekleri üzerinde anlamlı etkisi olduğu bulunmuştur. Ebeveyn eğitim durumunun da algılanan ebeveyn tutumları ve özyargılama üzerinde anlamlı bir etkisi olduğu bulunmuştur. Aracılık etkisi analizleri algılanan ebeveyn tutumlarının 6 alt boyutu için de ayrı ayrı yapılmıştır. Bulgulara göre öz-şefkat algılanan anne duygusal sıcaklığı, baba duygusal sıcaklığı, baba reddediciliği, anne aşırı koruyuculuğu, baba aşırı koruyuculuğu ve psikolojik belirtiler arasındaki ilişkide tam aracılık etkisi olduğu bulunmuştur. Algılanan anne reddediciliği ve psikolojik belirtiler arasındaki ilişkide ise öz-şefkatin kısmi aracılık etkisi olduğu bulunmuştur.Yayın Türkiyede'ki sanat müzelerinin çevrimiçi çalışmalarının topluma erişebilirlik üzerinden değerlendirilmesi(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-03) Alemdar Çatalbaş, Sibel; Avcı Tuğal, Sibel; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Sanat Bilimi Doktora Programı; Işık University, School of Graduate Studies, PhD Program in Art ScienceMüzeler, kültürel mirasın korunması, erişimi ve sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla önemli kültürel kurumlar olarak kabul edilmektedir. Sanat müzelerinde erişilebilirlik, herkesin sanat eserlerine eşit erişim sağlayabilmesi, farklı kültürel, fiziksel ve zihinsel ihtiyaçlara sahip bireylerin müze deneyiminden tam anlamıyla faydalanabilmesi anlamına gelir. Çevrimiçi eğitim yöntemleri, müzelerin global izleyicilere ulaşmasını sağlayarak coğrafi ve sosyal engelleri aşar ve sanatın daha geniş kitlelere erişimini mümkün kılar. Müzelerin erişilebilir olması, engelli bireyler için uygun düzenlemeler yapmasını, çeşitli dillerde bilgi sunmasını ve farklı toplulukların temsil edilmesini içerir. Bu bağlamda, sanat müzelerinin erişilebilirlik ilkesini benimsemesi, sanatın ve kültürel mirasın daha demokratik ve adil bir şekilde paylaşılmasını sağlar. Çevrimiçi teknolojiler, fiziksel olarak müzeleri ziyaret edemeyen veya dezavantajlı grupların erişimini sağlayarak sanatla olumlu bir bağ oluşturur. Çevrimiçi eğitim uygulamaları, pandemi gibi zorlayıcı dönemlerde sanat ve kültürle etkileşimi sürdürerek toplumun ruhsal ve entelektüel gelişimine katkıda bulunmuştur. Artan eğitim seviyesiyle müze ziyaretlerinin artması, toplumun genelinin müzelere ulaşımında sınırlamalar olabileceğini düşündürmektedir. Ancak çevrimiçi eğitim uygulamaları, interaktif öğrenme deneyimleri sunarak müzelerin eğitim ve bilgi merkezleri haline gelmesini sağlar. Çevrimiçi teknolojiler, fiziksel olarak müzeleri ziyaret edemeyen veya dezavantajlı grupların erişimini sağlayarak sanatla olumlu bir bağ oluşturur. Teknolojik yöntemler ve çevrimiçi erişim uygulamaları, müzelerin entelektüel erişimi genişletme, toplumun eğitimine katkıda bulunma ve estetik deneyimleri demokratikleştirme yönündeki potansiyelini artırmıştır. Çevrimiçi teknolojiler, fiziksel olarak müzeleri ziyaret edemeyen veya dezavantajlı grupların erişimini sağlayarak sanatla olumlu bir bağ oluşturur. Bu çalışmanın amacı, Türkiye'deki sanat müzelerinin çevrimiçi faaliyetlerinin toplumun entelektüel erişimini nasıl etkilediğini ve bu alandaki uygulamaların nasıl geliştirilebileceğini anlamaktır. Çalışma ile sanat müzelerinin çeşitli sosyal gruplardan bireylerin entelektüel erişimini sağlamaya yönelik çalışmalarını değerlendirmek ve müzelerin çevrimiçi uygulamalarının topluma ulaşabilirliği üzerindeki etkisini belirlemek hedeflenmiştir. Türkiye'deki sanat müzelerinin tüm kitlelere etkin bir şekilde ulaşabilmesi için gerçekleştirdikleri çevrimiçi uygulamaların incelenmesine yönelik araştırmalar yapılmıştır. Tezin örneklemi, Türkiye'de çağdaş sanat sergileri düzenleyen, eğitim etkinlikleri gerçekleştiren, çevrimiçi ortamlarda varlık gösteren ve eğitim ile iletişim bölümlerine sahip sanat müzeleri ve sanat merkezlerini içermektedir. Bu kapsamda araştırmanın örnekleminde Pera Müzesi, Sakıp Sabancı Müzesi, İstanbul Modern Sanat Müzesi, Odunpazarı Modern Müze ve müze niteliğinde faaliyet gösteren ARTER (Kültür ve Sanat Merkezi) yer almaktadır. Araştırmada öncelikle literatür taraması ve vaka incelemeleri yapılmıştır. Daha sonra bu müzelerin toplumla bağlarını neden güçlendirmek istediği ve bu amaçla hangi çalışmaların yapıldığı ve planlandığı hakkında bilgi edinmek için belirlenen sanat müzeleri yetkilileri ile yarı yapılandırılmış görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Bunlara ek olarak, çevrimiçi müze etkinliklerini deneyimlemiş izleyicilerin görüşleri hakkında veri toplamak amacıyla anket çalışması uygulanmıştır. Bu yöntemlerle, çalışmanın derinlemesine bir anlayış sağlayan nitel verileri ve geniş bir katılımcı kitlesinden istatistiksel analizler yapmaya olanak tanıyan nicel verileri bir araya getirilmiştir. Araştırmanın bulguları, çevrimiçi müze çalışmalarının geniş kitlelere ulaşmada ve entelektüel erişimi artırmada önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Özellikle Instagram'ın en etkili platform olduğu, diğer sosyal medya platformlarında ise daha düşük etkileşimlerin gözlendiği belirlenmiştir. Araştırma sonucunda izleyicilerin çevrimiçi gezinti memnuniyetinde cinsiyet, yaş eğitim seviyesi gibi demografik özelliklerine göre farklılıklar bulunmuştur. Örneğin kadınlar sanat müzelerinin çevrimiçi etkinliklerine daha olumlu yaklaşırken, 45-65 yaşlar arasındaki kullanıcıların çevrimiçi gezinti memnuniyeti daha düşük bulunmuştur. Bununla birlikte yüksekokul/üniversite mezunu katılımcıların çevrimiçi gezinti memnuniyeti ve sanat müzelerine çevrimiçi olarak erişim kolaylığının daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Müzelerdeki çevrimiçi uygulamaların geliştirilebilmesi için çevrimiçi etkinliklerin duyurularının daha etkili yapılması, etkileşimli içeriklerin artırılması ve erişilebilirlik uygulamalarının geliştirilmesi; Ayrıca, farklı yaş grupları ve cinsiyetler arasında memnuniyet farklılıkları gözlendiğinden, 45-65 yaşlar arasındaki kullanıcılar için müzelerin daha erişilebilir ve kullanıcı dostu çevrimiçi platformlar tasarlanmaları gerektiği tespit edilmiştir.Yayın The impact of entrepreneurship education on Generation Z(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-02-05) Haider, Areesha; Teker, Dilek; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Yöneticiler İçin MBA; Işık University, School of Graduate Studies, Executive MBAThis thesis is based on measuring the effectiveness of entrepreneurship education on Generation Z. Measurements are made underlining the extent to which entrepreneurship education supports young individuals to form a positive attitude and behavior to start their own ventures, and the contribution of this education to young people's development of creativity and innovative skills in their career life is discussed. For this purpose, qualitative and quantitative analyses were applied using primary and secondary data collection methods. A sample of 201 people was surveyed. The purpose of this analysis is to determine how much Generation Z's thinking is influenced by entrepreneurship education. It examines how learning, personal development, materialistic goals and entrepreneurial aspirations interact. The research questionnaire was carefully and sensitively constructed to capture people's diverse perspectives. In order to measure the reliability and validity of the questions different statistical tests were performed including Descriptive Statistical analysis, Multiple Regression Analysis and Correlations analysis. The research survey is carefully and precisely constructed to capture the various viewpoints of people. The survey's findings showed that respondents' average scores on a wide range of questionnaire items were constantly high. This suggests that entrepreneurship education has a big impact on Generation Z's thinking. The dependability of the study questionnaire also confirmed reliable assessments of the underlying construct. The analysis's findings showed that entrepreneurship and a number of other parameters have positive relationships. These results contribute to a better comprehension of the relationship between entrepreneurship and education.Yayın Mobil ev uygulamaları ve afet sonrası geçici barınma potansiyelleri(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-05-30) Birer, Emre; Özsoy, Fatma Ahsen; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, İç Mimarlık Yüksek Lisans Programı; Işık University, School of Graduate Studies, Master’s Program in Interior Architectureİnsanların temel ihtiyaçlarından biri barınmadır ve barınmaya ilişkin yeni çözümler üretilmektedir. Öncelikle Amerika ve Avustralya'da ortaya çıkan ve tüm dünyaya yayılan küçük ev akımı bu çözümlerden biridir. Küçük ev akımı çoğunlukla sürdürülebilir, erişilebilir ve konforlu bir yaşam tarzını benimseyen kişiler tarafından tercih edilmektedir. Küçük evlerin bir çeşiti olan, mobil evler, taşınabilen ve modüler yapıya sahip konutlardır ve çeşitli amaçlarla kullanılmaktadır. Bu amaçlar arasında tatil evi, konuk evi, seyahat edenler için konaklama, afet sonrası barınma ve hatta kalıcı konut olarak kullanımı bulunmaktadır. Mobil evler, genellikle bir römork veya şase üzerine yerleştirilmiş olup, taşınabilirliklerini artırmak için küçük boyutlarda tasarlanmaktadır. Her ülkede görülen doğal afetler toplumlara, devletlere ve afetleri yaşayan insanlara birçok fizyolojik ve psikolojik hasar vermektedir. Afet sonrası oluşan bir dizi ihtiyacın başında barınma konusu gelmektedir. Özellikle barınma alanındaki ihtiyaçlara devletler ve kuruluşlar hızla çözüm bulmaya çalışmaktadırlar. Bu tez de afet durumlarına hızlı ve etkili bir şekilde müdahale edebilmek amacıyla mobil ev uygulamalarının ve geçici barınma potansiyellerinin değerlendirilmesini konu almaktadır. Afet sonrası acil barınma ihtiyaçlarına yönelik çözümleri inceleyerek, iç mekân donanımlarına sahip, sürdürülebilir, dayanıklı, modüler ve erişilebilir mobil ev tasarımlarını analiz etmektedir. İlk olarak, mobil ev uygulamalarının avantajlarına ve dezavantajlarına bakıldı. Bu uygulamaların mobilite, enerji verimliliği (sürdürülebilirliği) ve erişilebilirliği incelendi. Ardından, afet durumlarında acil barınma ihtiyacını karşılamak üzere tasarlanan geçici barınma çözümleri ele alındı. Bu kapsamda, taşınabilir barınma birimleri, konteyner evler ve benzeri uygulamaların avantajları ve sınırlamaları değerlendirildi. Tez de farklı mobil ev tasarımlarının afet durumlarında nasıl kullanılabileceğini ve bu evlerin geçici barınma potansiyellerini araştırarak, tartışılmaktadır. Ayrıca, bu tasarımların toplumların ihtiyaçlarına uygunluğunu ve afet sonrası hızlı müdahale için ne kadar etkili olduklarını belirlemeye yönelik bir çalışma sunmaktadır. Sonuç olarak, afet durumlarında hızlı ve etkili bir barınma çözümü sağlamak üzere mobil ev uygulamalarının ve geçici barınma potansiyellerinin sistematik bir şekilde incelenmesini amaçlamaktadır.Yayın 1980’lerden günümüze Türkiye’de sponsorluğun çağdaş sanata ve sanat kurumlarına etkisi(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-05-15) Şanko, Lucia; Erbay, Fethiye; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Sanat Bilimi Doktora ProgramıSanat sponsorluğu, 1980 yılı sonrası Türkiye’de uygulanan neoliberal politikalar çerçevesinde kültür ve sanat alanında köklü bir dönüşüm yaratmıştır. Serbest girişimciliği arttırmayı amaçlayan politik yaklaşım sanat alanında özelleştirilmelerin artmasına neden olmuştur. Özel sektör sponsorlarının artan etkisi, sanatın finansal sürdürülebilirliği açısından önemli olmakla birlikte, sanatsal üretimin bağımsızlığını ve özgünlüğünü tehdit eden unsurlar da barındırmaktadır. Bu çalışmada, sanat sponsorluğunun temel dinamikleri incelenerek, özel sektör destekli sanat projelerinin yönetim süreçleri, ekonomik ve politik güç ilişkileri ile sponsor ve sanat aktörleri arasındaki sanatsal vizyon farklılıkları analiz edilmiştir. Bulgular, sanat sponsorluğunun sadece kültürel değerleri destekleyen bir mekanizma olmaktan çıkıp, ekonomik ve stratejik hedeflere hizmet eden bir araç haline geldiğini göstermektedir. Sponsorluğun yönetim süreçleri incelendiğinde, sanat projelerinin çoğunlukla pazarlama, halkla ilişkiler ve kurumsal iletişim bölümleri tarafından yönlendirildiği görülmektedir. Bu durum, sanatın özgün yapısını ve sanatsal değerlerini korumada eksiklikler yaratmaktadır. Sanat sponsorluğunun, sanatsal içeriğin ticari kaygılar doğrultusunda şekillendirilmesine yol açtığı tespit edilmiştir. Sanat sponsorluğunun güç dengeleriyle olan ilişkisi de önemli bir bulgu olarak öne çıkmaktadır. Sponsorların sanatsal projelere doğrudan veya dolaylı müdahaleleri, sanatçıların özgür üretim süreçlerini kısıtlamakta ve bazı durumlarda sansüre yol açmaktadır. Özellikle büyük şirketlerin sponsor oldukları sanat etkinliklerinde içerik kontrolü sağladıkları ve sanatsal eleştirileri sınırladıkları gözlemlenmiştir. Görüşmeler, sanat ortamındaki ekonomik bağımlılığın, sanatçılar ve sanat kurumları için yaratıcı özgürlüğü kısıtlayan bir unsur olarak öne çıktığını doğrulamaktadır. Sanata yaklaşım benzerliği konusu önemli bir değerlendirme alanı olmuştur. Araştırma, sponsorlar ile sanatçılar arasındaki sanatsal vizyon farklılıklarının göz ardı edildiğini, sponsorların sanatsal değerlerden çok marka imajına ve ticari kazanımlara odaklandığını göstermektedir. Bu durum, sanat sponsorluğunun temel amacının sanatı desteklemekten uzaklaşarak, şirketlerin marka değeri yaratma stratejilerinin bir parçası haline geldiğini ortaya koymaktadır. Sanat sponsorluğunun yalnızca hamilik ve destek sağlama mekanizması olmaktan çıkıp yatırım yaratma amacı taşıdığı tespit edilmiştir. Büyük şirketler, sanat etkinliklerine sponsor olarak hem sanatsal projelere katkı sağlamakta hem de kendi kurumsal prestijlerini artırarak ekonomik avantaj elde etmektedirler. Sanatın piyasalaşmasını hızlandıran bu durum, sanatın bağımsız bir üretim alanı olarak değil, ticari bir strateji unsuru olarak ele alınmasına yol açmaktadır. Araştırma, sanat sponsorluğunun etik, finansal ve yönetişimsel boyutlarında önemli sorunlar barındırdığını ortaya koymaktadır. Türkiye’de sanatın sürdürülebilirliği için sponsorluğun yalnızca pazarlama bölümleri tarafından yürütülmesi yerine, sanatsal projelere odaklanmış uzman ekipler tarafından yönetilmesi gerekmektedir. Sponsor desteklerinin sanatsal içeriklere müdahale etmeyecek şekilde düzenlenmesi, sanatçıların yaratıcı özgürlüğünü koruyacak etik kuralların oluşturulması ve sanat projelerinin ekonomik kaygılardan arındırılarak uzun vadeli bir vizyonla desteklenmesi, sanat sponsorluğu süreçlerinin sağlıklı bir şekilde işlemesini sağlayacaktır.Yayın Avangard sanat akımları ve tasarım yaklaşımları bağlamında çağdaş ayakkabı tasarımı(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-05-20) Kastan, Cengiz; Günay, Ayşe; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Moda ve Tekstil Tasarımı Yüksek Lisans Programı; Işık University, School of Graduate Studies, Master’s Program in Fashion and Textile DesignTez çalışmasının amacı; avangard sanat akımları ve tasarım yaklaşımlarının, çağımızda ayakkabı tasarımına etkilerinin incelenmesidir. 19. yüzyıldan itibaren sanat alanında etkin olan avangard kavramı; toplumsal yapının ilerisinde olmayı, öncülüğü, statükoya karşı bir duruşu temsil eden radikal bir paradigmadır. Moda ile sanatın yolları zaman zaman kesişerek sınırları belirsizleşmektedir. Başka bir deyişle; avangard sanatın yansımaları moda evreninde görülmektedir. Ayakkabı tasarımı ise; binlerce yıldır, kültür, moda, teknoloji, ekonomi evrenlerindeki gelişmeler sonucu bireysel ve toplumsal ihtiyaçlar, beklentiler doğrultusunda güncellenen ikonik ürünlerin tasarlandığı bir alandır. Çalışmada yorumlayıcı araştırma paradigması bağlamında epistemolojik bir çerçeve esas alınmıştır. Kuramsal ve pratik çalışmalara yazılı ve görsel literatür taraması ile ulaşılmıştır. Elde edilen veriler yorumlanarak amaç doğrultusunda bulgular ortaya konulmuştur. Nitel araştırma yönteminin kullanıldığı çalışmada örneklerden yola çıkılarak genellemeler yapılmıştır; tüme varım yaklaşımı benimsenmiştir. Yapılan incelemeler sonucunda; Peter Bürger’in avangard kavramı bir döneme tutsak etme yaklaşımına karşı Renato Poggioli ve Hal Foster’in perspektifleri doğrultusunda; kavram, bir sıfat olarak ele alınarak zamandan bağımsız, sanat ve tasarım çalışmalarını yönlendiren temel bir paradigma olarak kabullenilmektedir. 18. yüzyılın ortalarından itibaren yaşanan toplumsal, bilimsel, teknolojik ve ekonomik gelişmelerin tetiklediği birçok öncü sanat ve tasarım pratikleri ortaya çıkmıştır. Çalışmada bu geniş yelpazedeki avangard sanat ve tasarım yaklaşımlarından daraltılmış örnekleme yöntemi ile seçilenler incelenerek giysi ve ayakkabı modasına yansımaları araştırılmıştır. İncelemeler sonucunda; sanat ve moda tasarımı alanındaki gelişmeler, konumuz bağlamında avangard paradigmanın ayakkabı dahil giysi modasını doğrudan etkilediği açıkça görülmektedir. 21. yüzyılda aksesuarın isteğe bağlı kullanılma niteliği farkına varılarak; ayakkabının aksesuar değil giyim- kuşamın olmazsa olmaz parçalarından birisi olduğu anlaşılmıştır. Bu perspektiften konuyu ele alan moda tasarımcıları giysiler ile aynı bağlamda; form, desen, doku, renkte ayakkabılar tasarlamaktadırlar. Çalışmada yaşadığımız çağda, Avangard ve yeni ayakkabı paradigmasını yansıtan örnekler; Fütürizm, Sürrealizm, Giyilebilir Sanat, Dekonstrüktivizm, Kinetik Moda ve Biyomorfik Moda çıkışlı ayakkabı tasarımlarından seçkiler bağlamında ele alınmıştır: Fütürizm çıkışlı 3D yazıcı teknolojisi kullanılarak gerçekleştirilen ayakkabı tasarımlarında, çoğunlukla ayak formundan oldukça farklı formda ayakkabılar, iç ve dış form olmak üzere iki ana bölüm bağlamında; konvansiyonel olmayan malzeme (plastik türevleri) ve teknoloji ile üretilmektedir. Bu sanat akımı bağlamında tasarlanan diğer ayakkabılarda elektrik ve kinetik enerjinin kullanılması ile pratiğe aktarılan teknolojik uygulamalar görülmektedir. Sürrealist ayakkabı tasarımları ise özgün malzemeler ile özgün taban formları, boş- dolu, denge gibi estetik değerlere göndermeler, dengede kalma ve yürüme konusunda sınırları zorlayan formlar, ilgisiz başka imlerin ayakkabı ile bütünleştirilme uygulamaları, bilinçaltının form ve malzeme bağlamında ayakkabı tasarımına uyarlamaları dikkat çekmektedir. Sürrealizmin ayakkabı tasarımına yansımasında; tasarımcının kullanıcıyı yaşam sorunsalını duyumsaması amacıyla fiziksel olarak zorlaması ayrıca özel bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Giyilebilir Sanat bağlamındaki tasarımların, konvansiyonel ve özgün malzemelerin kombinlenerek kullanılması, etnik çizgiler ile modern perspektifin harmanlanması yoluyla oluşturulmaları, üretimlerinde zanaatkarlık becerilerinin ön plana taşınması temel özelliklerini oluşturmaktadır. Diğer yandan tasarımın tek bir görünümü yerine bir hikayeyi anlatan ardışık görünümler oluşturma çabaları da oldukça öncü bir yaklaşımın ayak izlerini yansıtmaktadır. Dekonstrüktivist paradigmanın uygulandığı ayakkabı tasarımı form, malzeme ve üretim yöntemindeki ilkler ile öne çıkmaktadır. Kinetik Sanat’ tan etkilenen ayakkabı tasarımlarında, taban ve aksesuarlardaki özgün yaklaşımlar ile 3D gibi inovatif üretim teknikleri belirleyici özelliklerdir. Biyomorfik yaklaşımın ayakkabı tasarımına yansımaları; iç ve dış form uygulaması, dünya ve hayal edilen dünya dışı yaratıkların formlarından esinlenme ile insanlığın gelecekteki evrim basamaklarının yansımaları izlenmektedir. İncelenen tasarımcıların/ sanatçıların tasarım ve/ veya sanat eğitimi almış olmaları ve çağdaş ayakkabı yaklaşımı; sanat ile ortak alanlar oluşturan modanın, eğitim evrenine ayakkabı tasarımının eklemleneceğini işaret etmektedir. Diğer yandan başarılı tasarımcıların ve tasarım markalarının ülke ekonomisine olumlu katkı sağladığı bilinmektedir. Çalışmanın son bölümünde bu konulardaki öneriler yer almaktadır.Yayın Extracting meaningful information student surveys with NLP(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-01-29) Pourjalil, Kajal; Ekin, Emine; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Bilgisayar Mühendisliği Yüksek Lisans Programı; Işık University, School of Graduate Studies, Master’s Program in Computer EngineeringThis thesis applied NLP techniques to analyze and summarize bilingual student feedback collected via end-of-semester surveys. The dataset, which contained open-ended responses in both English and Turkish, required a model adept at preserving linguistic nuances across languages. The Llama 2-7b-hf model, which had been trained explicitly for text generation, was selected for its capability to produce coherent and contextually relevant summaries. Data preprocessing involved organizing metadata such as department, semester, course name, and section number, segregating comments by word count, and removing personal identifiers to ensure privacy. Shorter comments (fewer than ten words) were grouped and summarized using a pipeline from the Transformers library, while longer comments were fine-tuned with metadataspecific prompts for detailed summarization. To further enhance analysis, sentiment classification was performed using the “cardiffnlp/twitter-robertabase-sentiment” model, categorizing feedback into negative, neutral, and positive sentiments. Evaluation metrics included expert reviews, contextual relevance, and logical consistency with the dataset’s sentiment distribution. Compared to previous models, the Llama 2 model demonstrated superior performance in generating complete, coherent summaries while preserving the overall intent and tone of the comments. Ultimately, this research highlighted the effectiveness of LLMs in processing multilingual educational data and their potential to provide actionable insights for improving course content and student experiences.Yayın Tunisia during the Arab Spring : military neutrality and its reflection on the public opinion(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-05-16) El Makrini, Tarik; Demiralp, Seda; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans Programı; Işık University, School of Graduate Studies, Master’s Program in International RelationsThis thesis examines the role of military neutrality in Tunisia during the Arab Spring, focusing on the coup-proofing strategies implemented by Presidents Habib Bourguiba and Zine El Abidine Ben Ali. The research challenges the prevailing explanations of military neutrality primarily based on professionalism and institutionalization, arguing that deliberate political marginalization, downsizing, and budget reductions played a significant role. Through a detailed historical analysis of civil-military relations during Bourguiba’s and Ben Ali’s regimes, the study demonstrates how these leaders systematically marginalized the military to prevent coups. The Barakat Sahil affair, a pivotal event involving the torture and marginalization of military officers, further deepened the resentment within the TAF, influencing their neutral stance during the Arab Spring. Additionally, data from the WVS reveals high public trust in the military post-Arab Spring and strong advocacy for its withdrawal from political affairs. This thesis provides a comprehensive understanding of the factors that shaped the TAF’s behavior, emphasizing the importance of historical and institutional contexts in analyzing military responses to political crises. The findings offer valuable insights into the role of coup-proofing strategies in maintaining military neutrality and facilitating democratic transitions in transitional societies.Yayın Sürdürülebilir moda sektöründe dijital teknolojilerin kullanımı ve etkileri(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-08-23) Varol, Hatice; Atalay Onur, Duygu; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Moda ve Tekstil Tasarımı Yüksek Lisans Programı; Işık University, School of Graduate Studies, Master’s Program in Fashion and Textile DesignModa sektörü aşırı tüketimin oldukça hızlı şekilde gerçekleştiği sektörler arasında ilk sıralarda yer almakta ve bu durum hızlı moda kavramı ile açıklanmaktadır. Hızlı moda doğal ve iktisadi kaynakların tükenmesine sebep olmakta, ortaya çıkardığı atık sorunları ile çevreye zarar vermekte ve geleceği tehdit etmektedir. Hızlı modanın sebep olduğu zararları iyileştirmek adına ortaya çıkan ‘‘yavaş moda’’ ve ‘‘sürdürülebilir moda’’ kavramları zaman geçtikçe daha önemli bir hale gelmektedir. Sürekli gelişen teknoloji bir taraftan hızlı moda yaklaşımını beslemekte, diğer taraftan doğru kullanıldığında sürdürülebilirlik yaklaşımında önemli bir rol oynamaktadır. Dijital teknolojilerin devamlı olarak gelişmesi, yenilikçi çözümler sunması ve moda sektörüne entegre olması avantaja çevrilip daha sürdürülebilir bir gelecek inşa etmeyi mümkün kılmaktadır. Tezde moda sektöründe sürdürülebilirlik stratejileri ve tasarım / pazarlama süreçlerinde dijitalleşme konularına odaklanılmakta, ayrıca dijital teknolojilerin sürdürülebilirlik açısından etkileri ve potansiyeli incelenmektedir. Tezin ilk bölümü olan giriş bölümünde çalışmanın amacı ve hipotezi açıklanmıştır. 2. bölümde sürdürülebilirlik, hızlı moda, yavaş moda kavramları, tarihsel gelişimleri, döngüsel ekonomi modeli ve sürdürülebilir tasarım/üretim stratejileri incelenmiştir. 3. bölümde dijitalleşmenin moda sektörüne entegrasyonu, tasarım / üretim / pazarlama süreçlerinde dijitalleşme ve bu süreçlerde kullanılan bilgisayar programları ele alınmıştır. 4. bölümde sürdürülebilir moda ve dijitalleşme arasındaki ilişkiden bahsedilmiş, dijitalleşmenin sürdürülebilir moda sektöründeki etkileri incelenmiştir. 5. bölümde ise araştırma yöntemi ve araçları anlatılmış, ardından ‘’PSD, AI, Optitex ve CLO 3D’’ programları kullanılarak modülerlik stratejisi kapsamında dijital bir koleksiyon oluşturulmuştur. Sıfır atıkla dijital numuneler, dijital fotoğraf çekimi ve dijital defile hazırlanmıştır. Son olarak oluşturulan dijital numune ve sunum görselleri sayesinde fiziksel süreçler ile ortaya çıkacak muhtemel tüketimden ne oranda tasarruf sağlandığı irdelenmiştir.Yayın Sinemada müziğin manipülatif etkisi : Dunkirk (Christopher Nolan, 2017) örneği(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-08-26) Demircan, İlayda Sude; Şeylan, Seher; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Sinema ve Televizyon Yüksek Lisans Programı; Işık University, School of Graduate Studies, Master’s Program in Cinema and TelevisionSinema, seyirciyle etkileşim kurma amacı güden bir sanat dalı olarak, görsel ve işitsel unsurları bir arada kullanır. Bu unsurlar bir araya gelerek film deneyimini zenginleştirmektedir. Bu ögeler arasında müzik, izleyiciyi hikayeye çekme ve duygusal bağ kurma konusunda etkili bir araç olarak öne çıkmaktadır. Sinemanın başlangıcında, müzik öncelikle gürültüleri maskeleme amacıyla kullanılmış, ancak zamanla filmlerin atmosferini belirleme ve duygusal derinlik katma işlevlerini üstlenmiştir. Müzik, sinema tarihinde önemli bir rol oynamıştır ve sesli filmlerin ortaya çıkmasıyla birlikte kaydedilmiş müzik parçaları film soundtrack'lerinde yer almaya başlamıştır. Günümüzde film müziği, geçmişteki amaçlarının yanı sıra farklı hedefler için de kullanılmaktadır. Bu bağlamda, filmlerinde kullanılan müziklerle öne çıkan Christopher Nolan iyi bir örnek olmaktadır. Nolan, özellikle Hans Zimmer gibi başarılı bestecilerle iş birliği yaparak müziği sadece bir fon değil, aynı zamanda anlatının bir parçası haline getirmektedir. Örneğin, Inception (Christopher Nolan, 2010) filminde müzik, karakterlerin içsel çatışmalarını ve hikayenin karmaşıklığını vurgulayarak izleyici üzerinde derin bir duygusal etki bırakmaktadır. Aynı şekilde, Interstellar (Christopher Nolan, 2014) filminde müzik, uzayın büyüklüğünü ve anlatının epik ölçeğini vurgulamada etkili bir araç olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmanın konusu da olan, Nolan'ın yazıp yönettiği Dunkirk (2017) filminin müziği ve ses tasarım teknikleri, shepard tonu ve leitmotif gibi yöntemlerle zamanı manipüle ederken, farklı sahnelerde tonal ilişkileri kullanarak duygusal geçişler vurgulanmaktadır. Shepard tonu tekniği kullanılan müzik, seyircinin zaman algısını manipüle ederek filmi derinleştirmektedir. Shepard tonu dinleyicide belli başlı duyguları uyandıran bir ses illüzyonudur ve özellikle gerilim hissini iyi bir şekilde iletebilmektedir. Dunkirk (2017) filminin senaryosu yazılırken bu ses illüzyonundan etkilenilmiştir. Tıpkı shepard tonun üç katmandan oluşması gibi, senaryo da üç ayrı hikaye katmanına sahiptir. Hans Zimmer da film müziğini bestelerken bu katmanlar arasındaki zamansal ilişkileri güçlendirmek ve seyirciyi hikayenin içine çekmek için shepard tonu tekniğini ustaca kullanmıştır. Bu çalışma, Dunkirk (2017) filminde kullanılan müzik ve ses tasarımı tekniklerinin seyircinin zaman algısını nasıl manipüle ettiğini ve film müziğinin nasıl anlatısal bir unsura dönüştüğünü ele almaktadır. Çalışmanın amacı Dunkirk (2017) filminde kullanılan müzik ve ses tasarımının hikayeyi ne şekilde etkilediğini ve filmdeki diğer unsurlarla bir araya geldiğinde ne gibi anlamlar ifade ettiğinin, filmden sahnelerin ele alınarak doküman analizi yöntemiyle açıklanmasıdır. Bu bağlamda filmde kullanılan müziğin anlatının bir öğesi haline gelip gelemeyeceğinin ortaya çıkarılmasıdır. Çalışma boyunca; “Geçmişten günümüze sinemada müzik kullanımı nasıl olmuştur? Müzik bir anlatı öğesi midir? Shepard Tonu nedir? Leitmotif nedir? Ses Köprüsü nedir? Tüm bu öğeler Dunkirk (2017) filminde müzik nasıl bir etkiye sahiptir?” sorularına Dunkirk (2017) filmi üzerinden cevap aranacaktır.Yayın Kronik rahatsızlığı olan çocuk ve ergenlerde sanat terapi uygulamalarının etkinliği : sistematik derleme ve meta-analiz(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-09-05) Köksal, Ecemnur; Akçınar Yayla, Berna; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programı; Işık University, School of Graduate Studies, Master’s Program in Clinical PsychologyBu sistematik derleme ve meta-analiz çalışmasının amacı, sanat terapi uygulamalarının kronik hastalığa sahip çocuk ve ergenlerdeki yaşam kalitesi 9 anksiyete, ağn ve depresyon düzeyleri üzerindeki etkisini değerlendirmektir. Araştırmada, Google Scholar, APA PsycNet, Cochrane Library CINAHL, EBSCOHost, ERIC, Medline, PsycINFO, PsycARTICLES, PsycBOOKS, Pubmed, Proquest, Sciencedirect, Springer Link, ULAKBIM, YÖKTEZ ve Web of Science veri tabanları sistematik biçimde taranmış, 2000-2023 yılları arasında yapılmış çalışmaları içeren toplamda 2352 veri kaydına erişilmiştir. Bunlardan 0-18 yaşları arasında 584 katılımcı barındıran 12 randomize kontrollü çalışma araştırmaya dahil edilmiştir. Dahil edilen çalışmalarda, sanat terapisinin etkinliği Hedges g etki büyüklüğü değeri üzerinden hesaplanmış ve tesadüfi etkiler modeli temel alınarak R, R Studio programlarında standartlaştırılmış ortalama farkına dayalı meta-analiz değerlendirilmesi yapılmıştır. Her bir değişken için etki büyüklüğüyle birlikte heterojenlik. duyarlılık ve yayın yanlılığı değerlendirmeleri gerçekleştirilmiştir. Yaşam kalitesi için ebeveyn ve çocuk ölçeklerine dayalı iki farklı değerlendirme yapılmıştır. Çalışmaların kalitesi Cochran Risk of Bias 2 (RoB2) aracı esas alınarak değerlendirilmiştir. Etki büyüklüğündeki değişimlere neden olabilecek moderatör değişkenlerin etkisi alt grup ve meta-regresyon analizleriyle incelenmiştir. Analize dahil edilen çalışmalar, sanat terapisinin çocuk ve ergenlerin bakış açısından değerlendirilen yaşam kalitesi üzerinde orta düzeyde ve anlamlı bir etkisi olduğunu göstermiştir (Hedges’ g = .40,95% C/[0.27; 0.53], p = .001). Ebeveyn değerlendirmesini baz alan yaşam kalitesi değerlerinde ise pozitif ancak istatistiksel olarak anlamlı olmayan bir etki gözlenmiştir (Hedges’ g = .43, 95% CI [-.03; 1.20], p = .21). Bu bakış açısındaki farklılıklar klinik ve yöntemsel açıdan tartışılmıştır. Sanat terapisinin ağrı düzeyi üzerinde istatistiksel olarak anlamlı ve büyük bir etkisi olduğu bulunmuştur (Hedges’ g = -.63, 95%) CI [-1.19; -0.07], p = .03). Anksiyete düzeyi üzerindeyse pozitif ancak anlamlı bir etki olmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Hedges’ g = -.71, 95% CI [-2.24; 0.82], p = .23). Depresyon değişkenine dair yeterince çalışma olmaması nedeniyle analiz yapılmamıştır. Yaşam kalitesi ve anksiyete için heterojenliğin kaynakları araştınimış ve tartışılmıştır. Yapılan yanlılık değerlendirmelerinde meta-analiz bulgularında belirgin bir yayın yanlılığı olmadığı tespit edilmiştir.Araştırmanın bulguları, sanat terapisinin kronik hastalığı olan çocuk ve ergenlerde yaşam kalitesini artırmada ve ağn düzeyini azaltmada potansiyel bir araç olabileceğini göstermiştir. Bu sonuçlar, klinik uygulamalar ve gelecekteki araştırmalar için yön göstericidir. Ancak, alandaki çalışma sayısının azlığı, yüksek heterojenlik düzeyleri ve çalışmaların risk oranlan gibi sınırlılıklar düşünüldüğünde, bu potansiyel etkiyi daha iyi değerlendirebilmek adına bu alandaki çalışmaların artması gerektiği düşünülmektedir.Yayın HIV ile yaşayan kişilerin sağlık çalışanları tutumlarından bekledikleri stigmatizasyonun psikopatolojik semptomlar üzerindeki yordayıcı etkisi(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-08-13) Yardımcı, Eda; Aktan, Zekeriya Deniz; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Klinik Psikoloji Doktora Programı; Işık University, School of Graduate Studies, Ph.D. in Clinical PsychologyHIV, kan veya cinsel yolla bulaşan tedavi alınmadığı taktirde immun sisteme zarar vererek AIDS tablosuna evrilen bir virüstür. Tedavi alınması halinde bulaşın ve olumsuz prognozun ortadan kaldırılabilmesine rağmen HIV epidemisi dünyada hala devam etmektedir. Epideminin kontrol altına alınamamasındaki en güçlü etkenlerden biri HIV stigmatizasyonu ve ayrımcılıktır. HIV ile yaşayan kişiler tanı ve tedavi süreçlerinde de stigmatizasyon ve ayrımcılığa maruz kalmakta, bu durum tanı sürecinin gecikmesine ve/veya tedavi uyumunun düşmesine neden olabilmektedir. Stigmatizasyon ve ayrımcılığa maruz kalmak kişinin psikopatolojik semptomlar geliştirmesinde etkilidir. HIV ile yaşayan kişilerin tanı ve tedavi süreçlerinde bekledikleri ve maruz kaldıkları stigmatizasyon alanyazında ele alınsa da bu değişimi ölçen standardize bir ölçek bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı HIV ile yaşayan kişilerin tedavi süreçlerinde bekledikleri stigmatizasyon ve ayrımcılığı ölçen bir ölçek geliştirmek ve geliştirilen ölçek aracılığıyla HIV ile yaşayan kişilerin tanı ve tedavi süreçlerinde bekledikleri stigmatizasyon ile psikopatolojik semptomlar arasındaki ilişkiyi incelemektir. Çalışmanın ilk bölümünde 18 yaş ve üzeri HIV ile yaşayan 224 kişiye ulaşılmıştır. Ölçeğin yapı geçerliğinin sınanması için Açımlayıcı ve Doğrulayıcı Faktör analizleri yürütülmüştür. Analiz sonuçlarına göre varyansın %72’sini açıklayan, uyum indeksine gör kabul edilebilir uyum değerlerine sahip ikfaktörlü bir yapı ortaya çıkmıştır. İlk faktör “HIV Tedavisine Yönelik Beklenen Stigmatizasyon”, ikinci faktör ise “HIV Statüsüne Yönelik Beklenen Stigmatizasyon” olarak isimlendirilmiştir. Ölçeğin birleşen geçerliğinin sınanması için HIV/AIDS Damgalama Ölçeği ile ilişkisi incelenmiş beklenildiği gibi iki ölçek arasında anlamlı ve pozitif yönde bir ilişki olduğu saptanmıştır. Ölçeğin görünüm geçerliğinin sınanması için iki enfeksiyon uzmanı, bir klinik psikolog ve bir HIV ile ilişkili danışmanlık hizmeti veren Sivil Toplum Kuruluşu çalışanından uzman görüşü alınmıştır. Ölçeğin güvenirliğinin sınanması için toplam puan ve faktör yapılarının iç tutarlılık kat sayıları hesaplanmıştır. Ölçeğin iç tutarlık katsayılarının iyi düzeyde olduğu saptanmıştır. Geliştirilen HIV Tedavisinde Beklenen Stigmatizasyon Ölçeği psikometrik özellikler açısından yeterli düzeydedir fakat örneklem genişliği ve örneklem içi çeşitlilik arttırılarak psikometrik özelliklerin tekrar sınanması alanyazına katkı sağlayacaktır. Çalışmanın ikinci bölümünde geliştirilen HIV Tedavisinde Beklenen Stigmatizasyon Ölçeği kullanılarak HIV ile yaşayan kişide tedavide beklenen stigmatizasyonun psikopatolojik semptomlar üzerindeki yordayıcı etkisi incelenmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünün örneklemi 18-25 yaş aralığında 101 HIV ile yaşayan kişiden oluşmaktadır. Literatür ile uyumlu olarak HIV tedavisinde beklenen stigmatizasyonun depresyon, anksiyete, hostalite, olumsuz benlik ve somatizasyon belirtileri üzerinde yordayıcı etkisinin bulunduğu saptanmıştır. Bulgular literatür verileriyle karşılaştırılarak tartışılmıştır. İkinci bölümde öne sürülen tüm hipotezler doğrulanmıştır fakat çalışmanın önemli kısıtlılıklara da sahiptir. En önemli iki kısıtlılık örneklem sayısı ve örneklem içi çeşitliklitir. Örneklem sayısı ve örneklem içi çeşitliliğin arttırılarak çalışmanın tekrarlanması bulguların güvenirliğinin arttırması açısından alanyazına katkı sağlayabilir.Yayın Ergenlerde maruz kalınan akran zorbalığı ve kaygı düzeyi arasındaki ilişkide bilişsel esneklik becerisinin etkisinin incelenmesi(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-08-13) Yüksel, Gülin; Aktan, Zekeriya Deniz; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programı; Işık University, School of Graduate Studies, Master’s Program in Clinical PsychologyBu araştırma, ergenlik döneminde maruz kalınan akran zorbalığı düzeyi ve kaygı düzeyi arasındaki ilişkide bilişsel esnekliğin düzenleyici rolünü incelemeyi amaçlamıştır. Yöntem: Araştırmanın örneklemi 12-18 yaş aralığında 270 ergen katılımcıdan oluşurken, katılımcılardan elde edilen veriler Ergen Akran İlişkileri Ölçeği Mağdur Formu, Bilişsel Esneklik Ölçeği Ergen Formu, Çocuklar İçin Kaygı Ölçeği-R(2) ve Aile Demografik Bilgi Formu aracılığıyla yüz yüze toplanmıştır. Araştırmanın temel hipotezini test etmek için Process Makro analizi kullanılmıştır. Yapılan analizler sonucunda maruz kalınan akran zorbalığının kaygıyı anlamlı biçimde yordadığı tespit edilirken; bilişsel esnekliğin, maruz kalınan akran zorbalığı ve kaygı düzeyi arasındaki ilişki üzerinde düzenleyici etkisi anlamlı bulunmamıştır. Ancak araştırma değişkenleri arasındaki korelatif değerler gözden geçirildiğinde araştırma hipotezleri arasında yer almasa da öte analizler kurgulanarak bilişsel esnekliğin maruz kalınan akran zorbalığı ve kaygı düzeyi arasındaki ilişkide olası aracı rolünü araştırmak hedeflenmiştir. Yapılan analiz sonuçlarına göre bilişsel esnekliğin maruz kalınan akran zorbalığı ve kaygı düzeyi arasındaki ilişkiye tam aracılık ettiği tespit edilmiştir. Bu araştırma sürecinde, çalışmanın yan amaçları doğrultusunda, sosyodemografik değişkenlerin araştırma değişkenleri üzerindeki olası etkisi de incelenmiştir. Yapılan grup farkı analiz sonuçlarına göre maruz kalınan zorbalık düzeyinin; cinsiyet, okul türü, kardeş sayısı, yaş, sınıf düzeyi, anne ve baba eğitim durumuna göre farklılaşmadığı bulunmuştur. Kaygı düzeyi incelendiğinde ise; cinsiyet, yaş, sınıf düzeyi ve anne eğitim durumunun kaygı puanları üzerinde anlamlı farklar oluşturduğu bulunmuştur. Ek olarak bilişsel esneklik düzeyi ise yaş, sınıf düzeyi ve baba eğitim durumuna göre farklılaşmaktadır. Sonuç: Araştırma; maruz kalınan akran zorbalığı ve kaygı düzeyi ilişkisinin bilişsel esneklik aracılığıyla gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. Bu anlamda elde edilen bulgular ve araştırmanın sonuçları ilgili literatür kapsamında tartışılmış ve değerlendirilmiştir.Yayın Çocukluk çağı travmaları ile evlilik doyumu ilişkisinde duygu düzenleme güçlüğünün ve stresle çift olarak baş etmenin aracı rolü(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-09) Yılmaz, Simay; Çam Çelikel, Feryal; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programı; Işık University, School of Graduate Studies, Master’s Program in Clinical PsychologyBu çalışmanın amacı evli bireylerin çocukluk çağı travma düzeyleri ile evlilik doyumları arasındaki ilişkide duygu düzenleme güçlüğünün ve stresle çift olarak baş etme düzeyinin aracı ilişkisini ele almaktır. Bunun yanı sıra söz konusu kavramlar arasındaki ilişkileri incelemek ve farklı sosyodemografik değişkenler açısından ele almak amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmanın örneklemi yaşları 18-65 yaş aralığında değişen 37.49±10.50 ortalamaya sahip 296’sı kadın 98’i erkek olmak üzere toplam 394 evli bireyden oluşmaktadır. Çalışmada Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği, Evlilik Yaşamı Ölçeği, Duygu Düzenlemede Zorluklar Ölçeği, Stresle Çift Olarak Baş Etme Envanteri kullanılmıştır. Veri analizinde, bağımsız gruplar ttesti, tek yönlü Anova analizi, Pearson korelasyon analizi, basit doğrusal regresyon analizi ve PROCESS aracı etki analizi uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmanın sonuçlarına göre çocukluk çağı travma düzeyleri duygu düzenleme güçlüğünü pozitif yönde; stresle çift olarak baş etme düzeyini negatif yönde yordamaktır. Çocukluk çağı travma düzeyleri ve duygu düzenleme güçlüğü evlilik doyumunu negatif yönde; stresle çift olarak baş etme düzeyi evlilik doyumunu pozitif yönde yordamaktadır. Çocukluk çağı travma düzeyleri ile evlilik doyumu arasındaki ilişkide duygu düzenleme güçlüğünün ve stresle çift olarak baş etmenin kısmi aracı rolü bulunmaktadır. Sonuç: Evli bireylerde çocukluk çağı travma düzeyleri, duygu düzenleme güçlüğü ve stresle çift olarak baş etme düzeyi, evlilik doyumunun yordayıcıları olarak bulunmuştur. Ele alınan aracı modellerde çocukluk çağı travma düzeyi ile evlilik doyumu ilişkisinin açıklanmasında duygu düzenleme güçlüğünün ve stresle çift olarak baş etmenin aracılık ettiği ortaya konmuştur.Yayın 6 Şubat 2023 Depremi sonrası Antakya'da bir hafıza mekanı oluşturma önerisi(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-08-28) Gülen Schenk, Talin; Şarlak, Evangelia; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Sanat Kuramı ve Eleştiri Yüksek Lisans Programı; Işık University, School of Graduate Studies, Art Theory and Criticism Master's ProgramDepremler ve savaşlar gibi olaylar toplumları derinden etkiler; ancak bu olaylarda kaybolan kültürel miraslar ve yaşanan acılar zamanla unutulmamalıdır. Bu tür olayların kolektif hafızasının korunması, toplumların direnç kazanmalarına ve kültürel miraslarını koruyabilmelerine yardımcı olur. Hafıza mekânları ve bu mekânlarda sergilenen sanat eserleri, önemli olaylardan ders çıkarılmasına ve duyguların kolektif bir şekilde paylaşılmasına katkı sağlar. Bu çalışma, 6 Şubat 2023'te Türkiye'de meydana gelen depremin ardından kolektif hafızayı koruma ve toplumsal bütünlüğü pekiştirme yöntemlerini incelemektedir. Antakya'da depremi sanat yoluyla hatırlatmak amacıyla bir hafıza mekânı oluşturulması önerisi sunulmaktadır. Bu girişim, Antakya bölgesi ve çevresinde yaşanan derin acıların ve yok olan kültürel mirasın hatırlanmasına katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Bu araştırmanın kapsamında, hafıza, bireysel hafıza ve kolektif hafıza kavramları tanımlanmaktadır. Yurtiçi ve yurtdışından örnek hafıza mekânları incelenmiş, benzer felaketler sonrasında oluşturulan hafıza mekânlarının nasıl işlediği, kolektif hafızayı nasıl şekillendirdiği ve bireyler üzerindeki etkileri ortaya konmuştur. Özellikle, 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı, Weimar-Buchenwald Toplama Kampı Anıtı, Saraybosna Savaş Çocukluğu Müzesi, Tuna Nehri kıyısındaki Ayakkabılar Anıtı, Wenchuan Deprem Anıtı, Büyük Doğu Japonya Depremi Kesennuma Şehri Anıt Müzesi ve Tayvan'daki 921 Deprem Müzesi önemli referans noktaları olarak değerlendirilmiştir. Yapılan saha çalışmaları ve sanat terapisi üzerine gerçekleştirilen atölye çalışmaları neticesinde bir hafıza mekânı kurma önerisi geliştirilmiştir. Önerilen hafıza mekânı, depremin yarattığı travmaları sanat aracılığıyla ifade etmeyi ve toplumsal dayanışmayı güçlendirmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca, etkileşimli hafıza mekânlarının, gelecekte nesillere geçmişin acılarını hatırlatırken, bu acıların tekrar yaşanmaması için önemli bir kaynak oluşturduğu vurgulanmıştır. Hafıza mekânlarının oluşturulmasında sanatın ve toplumsal katılımın anahtar rol oynadığı savunulmuştur. Bu çalışma, gelecekteki depremlere karşı dirençli bir toplumun gelişimine katkıda bulunmayı hedeflemektedir.Yayın Mobilya tasarımında marka etkisi : lüks markalar üzerine araştırma(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-01-15) Aydoğan Tüysüz, Güşta; Özker, Serpil; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, İç Mimarlık Yüksek Lisans Programı; Işık University, School of Graduate Studies, Master’s Program in Interior ArchitectureMobilya, kullanıcıların barınma, dinlenme, beslenme ve uyuma eylemlerini karşılayan eşyalar olarak nitelendirilmektedir. Gelişen teknoloji, kültürel, toplumsal ve ekonomik durum ile beraber tüketicilerin yaşam biçimlerine yansımış, ihtiyaç ve beklentileri arttırmıştır. Artan beklentiler mobilya pazar alanına da yansımış, aynı oranda değişimler meydana gelmiştir. Bu değişimler, malzeme, üretim şekli ve işçilik ile alakalı çeşitliliğin artmasına sebep olmuş, üreticiler arasında rekabet ortamını doğurmuştur. Bu rekabet, ürününü diğer üretici firmalardan ayırmak için ve tüketicinin kendi ürününün tercih edilmesini sağlamak amacı ile marka kavramını ortaya çıkarmıştır. Buna bağlı olarak, tüketiciler tarafından onaylanan ve tercih edilen markanın güven kazandığı anlaşılmıştır. Markanın adı altında üretici kendi kimliğini, statüsünü ve koruduğu değeri kullanıcıya pazarlamaktadır. Zaman içinde giyim sektöründe kendine yer edinen bazı lüks markalar, sektördeki kimliklerini mobilya sektörüne taşımıştır. Böylelikle mobilya sektöründe gördükleri kabul ile tüketicilerin sadece üzerinde taşıdıkları kıyafet ve aksesuar olmaktan çıkıp, yaşadıkları mekânlarda gördükleri ürün ve simgeleri tasarlayan, tüketicilere yalnızca giyim anlayışı değil, bütünsel bir yaşam anlayışı sunmayı hedefleyen markalar haline geldiği görülmüştür. Bu doğrultuda ‘Mobilya Tasarımında Marka Etkisi: Lüks Markalar Üzerine Araştırma’ başlıklı çalışmada, mobilya sektörüne sonradan dahil olan lüks giyim markalarının; mobilya sektörüne dahil olma sebepleri, sektör içinde yer edindikleri konum, giyim sektöründe yaptıkları işler ile mobilya sektöründeki işler arasında bulunan paralelliklerin incelenmesi amaçlanmıştır. Bu kapsamda çalışmada, marka ve tüketim kavramı, lüks marka stratejileri, lüks marka satın alma davranışını etkileyen faktörler açıklanmış, mobilya tasarımının giyim sektörüne etkisi; mobilya tasarımı ve kriterleri, mobilya tasarımında giyim sektörü gibi alt başlıklar halinde irdelenmiştir. Son bölümde ise; lüks giyim markaları arasında Versace, Fendi, Etro ve Roberto Cavalli gibi markaların mobilya tasarımındaki etkileri incelenmiştir. Araştırma kapsamında, fiyat politikası, kullanıcı algısı ile lüks marka olarak adlandırılan ve lüks giyim markası iken mobilya sektörüne dahil olan dört marka tercih edilmiştir. Mobilya sektörüne sonradan dahil olan lüks giyim markalarının giyim ve mobilya tasarımındaki ortak paydaları açıklanmış, markanın kişiye sağladığı imaj, kimlik ve prestij kavramları üzerinden hedef kitlesi saptanmıştır. Sonuç olarak, çalışmada giderek önem kazanan lüks giyim markalarının, mobilya sektöründe tüketiciler tarafından tercih edilme sebepleri ortaya konulmuştur.Yayın Large language model based automated translation of natural language to SQL(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-01-22) Kanburoğlu, Ali Buğra; Tek, Faik Boray; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Bilgisayar Mühendisliği Doktora Programı; Işık University, School of Graduate Studies, Ph.D. in Computer EngineeringThe field of Text-to-SQL, which involves converting natural language into SQL queries, has seen significant advancements, but challenges remain, particularly for low-resource languages like Turkish. This thesis introduces three key contributions to address these challenges. Our first contribution is the development and open-access release of TUR2SQL, the first cross-domain Turkish Text-to-SQL dataset, which consists of 10,809 natural language sentences paired with their corresponding SQL queries. We evaluate the performance of SQLNet, a deep learning model specifically designed for this task, and one of the most successful Large Language Models (LLMs), ChatGPT, on this dataset. The results demonstrate the superior performance of ChatGPT. The second major contribution is the construction and publicly available release of TURSpider, the most extensive Turkish Text-to-SQL dataset. TURSpider is built by translating the widely used cross-domain Spider dataset from English to Turkish. This dataset includes complex queries with varying difficulty levels, facilitating the training and comparison of large language models for Turkish Text-to-SQL tasks. Our comparative analysis shows that fine-tuned Turkish LLMs achieve competitive performance, with some models surpassing OpenAI models in query accuracy. To further enhance performance, we apply the Chainof-Feedback (CoF) methodology, demonstrating its effectiveness across multiple models. Finally, we explore the Mixture-of-Agents (MoA) framework, which combines outputs from multiple models to improve the performance of open-source LLMs for Text-to-SQL tasks. By integrating MoA with the CoF technique, we propose MoAF-SQL, an approach that significantly improves performance, particularly on complex queries. Our experiments show that MoAF-SQL achieves competitive results, highlighting its potential to enhance the Text-to-SQL capabilities of open-source LLMs.Yayın 1990 sonrası Türkiye'de feminist hareketin sanatçı kadınlar üzerindeki etkileri(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-01-20) Okay, Ayça; Hatipoğlu, Özüm; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Sanat Kuramı ve Eleştiri Yüksek Lisans Programı; Işık University, School of Graduate Studies, Art Theory and Criticism Master's ProgramBu araştırmanın amacı 1990 sonrası Türkiye’de feminist hareketin sanatçı kadınlar üzerindeki etkilerini incelemektir. 1990 sonrası Türkiye’de sanat alanında, küresel ekonomik, sosyal ve kültürel dönüşümlere paralel önemli değişimler yaşanmıştır. 1989’daki Berlin Duvarı’nın yıkılması, ülkemizde de demokratikleşme arzusunu körüklemiş; Soğuk Savaş sonrasında özgürlük, serbest ticaret ve sosyal haklar daha görünür hale gelmiştir. 1980’lerdeki askeri darbe, siyasi iklimde derin yaralar açmış, ancak 1983’teki sivil yönetimle bu etki zamanla azalmaya başlamıştır. Bu dönemde özellikle kadın sanatçılar, ifade özgürlüğü konusunda daha fazla fırsat elde etmişlerdir. Yeni medya ve kavramsal sanat yaklaşımları, kadın sanatçıların eserlerinde toplumsal cinsiyet rolleri ve kadınların toplumdaki yerinin sorgulanmasına olanak tanımıştır. Feminizmin sanat alanındaki çalışmaları artmıştır. Feminist sanatın temelinde kadına dair sorunlar ve bu sorunların sanatla ifade edilmesi yer almaktadır. Bu durum, feminist teori ve toplumsal cinsiyet çalışmaları açısından önemli bir boyut kazanmıştır. Bu çalışma, 1990 sonrası Türkiye’deki toplumsal ve kültürel değişimlerin feminist hareketin tarihsel arka planı, sanatçı kadınların üretimlerindeki medya ve malzeme çeşitliliğine etkisi, sivil toplum kuruluşlarıyla etkileşimi, küreselleşme ile birlikte global sanat sahnesine entegrasyonu ve evrensel temalara eğilimleri gibi çoklu mecralar üzerinden etkilerini değerlendirmiştir. 90’lı yıllarda post modernizmin getirmiş olduğu tekillik, özgünlük ve çoğulluk feminist sanatta kendisini çoklu mecralar çerçevesinde göstermiştir. Sonuç olarak bu dönemle birlikte malzeme kullanımı açısından çeşitli nesnelerin ve sanatsal ifade biçimlerinin sanata eklemlendiği belirlenmiştir. Performans sanatı, mekân kullanımı, fotoğraf ve video kullanımı bu nesnelerin başında gelmektedir.Yayın UNESCO Dünya Miras listesinde yer alan İran Bahçelerinin sürdürülebilir yönetim açısından değerlendirilmesi(Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-08-29) Dadras, Sara; Zeren Gülersoy, Nuran; Işık Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Peyzaj Mimarlığı Yüksek Lisans Programı; Işık University, School of Graduate Studies, Master’s Program in Landscape ArchitectureTarihi değerlerin korunması, bir toplumu ve onu oluşturan değerleri ve bu değerlerin içerdiği tüm dinamikleri göz önünde bulundurarak korumayı ve geliştirmeyi amaçlamaktadır. Bu amaca ulaşmak için en temel araç, bu değerleri toplumsal ve mekansal yaşamın bir parçası haline getirmektir. İran mimarisi ve bahçe sanatında, mekansal kurgu ve görsel kombinasyonun hareket, dinamizm, simetri, denge ve koruma gibi tüm temel kavramlar, güçlü ve anlamlı bir şekilde yer almaktadır. Bu geleneksel uslüp uyum ve düzen sınırlarını aşan, mahremiyet ve saygıyı çağrıştıran, fonksiyonel ve faydalı, gereksizlikten ve aşırılıktan uzak, kendi kendine yeten bir özellik içermektedir. 2011 yılında (otuz beşinci oturum sırasında), 1372 Kayıt numarası ile İran Bahçe Sanatı ve 9 örnek İran bahçesinin UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınma karar verilmiştir (UNESCO, 2011). “Evrensel değerlere sahip olan bu alanların Dünya Mirası listesine alınması, İran Bahçelerinin sürdürülebilir yönetiminde olumlu ve olumsuz etkilerini araştırmak, bu alanların sürdürülebilir yönetimi üzerindeki etkilerini değerlendirmek ve bu alanların korunması için daha etkili stratejiler geliştirilmesine yardımcı olabilir. İran Bahçeleri gibi eşsiz değerler ve özel yerler, kendi kimliklerini ve sosyal davranışlarını içerir. Genellikle tarihi dokuların en erişilebilir noktasında konumlanan ve günümüze kadar varlığını sürdürebilen küçük ölçekli mevcüt yeşil ve açık alanlarının korunması, sıkışık kentsel alanların ekolojik sürdürülebilirliği açısından önemlidir. Bu nedenle kapsamlı araştırmalarla İran bahçelerindeki sürdürülebilirlik faktörlerinin çağdaş paradigmalara göre modellenmesi ve sürdürülebilir yönetiminin sağlanması, kalkınmaları açısından yararlı olacaktır. Bu araştırma kapsamında konunun tanımı ve problemin saptanması için ayrıntılı literatür taranmasıyla beraber Eski çağlarda İran Bahçelerini araştıran tarihçiler, gezginler ve bilim insanlarının farklı lisanlarda yayınlanan yazıları ve kitapları araştırılıp, UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde yer alan benzer evrensel değerlerin alanında gerçekleştirilen projeler ve yasal ve politik sistem, seçilme koşulları ve genel işleyişleri incelenerek Dünya Miras Listesinde yer almanın avantaj ve dezavantajları irdelenmiştir. İran Bahçelerinin Dünya Mirası Listesine adaylık dosyası incelenip 9 bahçenin saha ve anket çalışmaları sonucunda, başlangıcından günümüze kadar geçen süreçte UNESCO destek projeleri kapsamında gerçekleşen çalışmalar ve teşvik edici uyarılar sonucusürdürülebilir yönetimin etkileri araştırılmıştır. Evrensel değerlere sahip ve geleneksel yöntemlerle oluşturulan kentsel açık ve yeşil alanların sahip olduğu fiziksel, ekolojik, ekonomik ve sosyal değerlerin koruma sınırlarının bağlayıcı biçimde belirlenmesi ve çevresindeki tampon zonlarının korunması, bilinçli bir şekilde alınan uluslararası desteklerle sürdürülebilir kent olgusunu geliştirmek, giderek artan yoğun ve negatif kentsel gelişimin etkilerinden korunan çok işlevli peyzaj alanların gelişime olanak sağlar. Ayrıca, bütünsel sürdürülebilir yönetim stratejileriyle kısa ve uzun vadede sürekli ve planlı bir şekilde yönetilen ve izlenen koruma ve kalkınma politikalarının uygulanması, yerel halkın ve kamuoyunun Dünya Mirası alanlarına karşı aidiyet ve sorumluluk duygusunu artıracaktır.